Yüreğimden sözlerime dökülüyor cümleler
Tutamıyorum
Serbest bıraktım yüreğimin dilini

Hakkı söylediği sürece
konuşsun...







RÖPÖRTAJ




Onlara "yardım gönüllüleri" diyorlar. Yürekten yaptıkları bu işteki en büyük gayeleri Allah'ın rızasını kazanabilmek. Bunun içinde yardıma ihtiyaçları olan ve özellikle de savaş mağduru olan kardeşlerimiz için koşuşturuyor ve yardımcı olabilmek için var güçleriyle çaba gösteriyorlar. Bu çabalarının Allah'ın katında çok büyük değerlere mazhar olacağına yürekten inanıyor ve emeklerinin, umutlarının, amaçlarının er yada geç yerini bulacağına yürekten inanıyoruz. 

 Sizlerinde tahmnin ettiği gibi bu ayki röpörtajımızda İHH'yı konuştuk. İHH'nın Araştırma Yayınlar Biriminde görev alan va Mavi Marmara gemisinin şahitleri arasında bulunan Hafize Zehra Öztürk hanım efendiye merak ettiklerimizi sorduk, O'da bizi kırmadı sorularımızı tüm içtenliğiyle cevapladı. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyor ve İnsan için olan, İnsanca yardımlarından dolayı Zehra hanıma ve İHH'nın tüm çalışanlarına başarılarının devamını diliyoruz.


Hafize Zehra ÖZTÜRK / İHH Araştırma Yayınlar Birimi


1- Öncelikle kendinizden biraz bahseder misiniz?

Ben Hafize Zehra Öztürk. 1980 İstanbul doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi’nde Tarih bölümünde lisans eğitimimi tamamladıktan sonra İHH İnsani Yardım Vakfı’nda göreve başladım. 5 yıldır İHH İnsani Yardım Vakfı’nda çalışıyor, vakfın dergi, kitap vb. matbu yayınlarının hazırlanmasından, ihtiyaç duyulan araştırma metinlerinin hazırlanmasından ve ilmi toplantılarının organizasyonundan sorumlu olan Araştırma Yayınlar Birimi’ndeki çalışmaları koordine ediyorum. Hâlihazırda Fatih Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisans öğrencisiyim.

2- İHH’yla tanışmanız nasıl oldu?

İHH’yı birçoğumuzun olduğu gibi ben de Bosna Savaşı ile tanıdım. Dünyanın başka bir yerindeki kardeşlerimiz için çalışan çabalayan insanların varlığını bilmek beni hem mutlu ediyor hem de motive ediyordu. Kendimi iyi yetiştirmeli, iyi Müslüman olmalı ve ben de dünyadaki Müslüman kardeşlerimiz için bir şeyler yapmalıydım. Böyle düşünüyordum. Ve Allah’a hamd olsun, rabbim bizzat bu çalışmaların içinde yer almayı bize de nasip etti. Dualarım kabul, hayalim gerçek oldu.

3- Bize İHH’nın yapmış olduğu yardım amaçlı çalışmaların içeriğinden bahseder misiniz?

Öncelikle şunu söylemeliyim. İHH kimseye yardım etmiyor. İHH ve dolayısıyla vakfın projelerini destekleyen bağışçılarımız aslında kendilerine yardım ediyorlar. Nitekim biz kardeşlerimizin ihtiyaçlarını gidermesek, onların ayakta durmalarına destek olmasak Rabbimiz başkalarını vesile kılar. Onlara başka kapılar açar, yardımcılar gönderir. Burada İHH için, bağışçılarımız için bu çalışmaları gerçekleştiriyor olabilmek bir lütuftur. Zira Müslümanlar için insani yardım çalışmaları, yardım ettiklerine karşı bir lütuf değil Allah’ın üzerlerine yüklediği bir vazifedir.

İHH’nın çalışmalarını temel olarak altı kategoride özetleyebiliriz: Acil yardımlar, sosyal yardımlar, sağlık yardımları, eğitim yardımları, kültürel yardımlar ve bilinçlendirme çalışmaları. Hâlihazırda İHH dünyanın 126 ülke ve bölgesine ulaşmış durumda. Burada İHH’nın önemsediği hayati bir meselenin altını çizelim. İHH insanlara çuval çuval un taşıyan bir kurum değil. Evet İHH acil durumlarda bunu yapıyor, insanların temel ihtiyaçlarını karşılıyor ama bunun ötesinde İHH bu 126 ülke ve bölgede yaşanabilir ortamlar oluşmasına katkıda bulunmayı hedefliyor. Yani insanları mağdur eden sorunları çözmek ve mağdurların kendilerine yeterli hale gelmesini sağlamaktır asıl olan. İnsani krizler, insan hakları ihlalleri ile ilgili tespitlerini paylaşmak, kamuoyu oluşturmaktır. Yani insanlığın geleceğine yatırım yapmaktır aslında bütün bunlar.

4- Yardım amaçlı yapılan programlarınızdan insanları nasıl haberdar ediyorsunuz? Katılım oranı beklediğiniz gibi gerçekleşiyor mu?

Türkiye halkının İHH çalışmalarına teveccühü büyük. Bu vesile ile tekrar tüm bağışçılarımıza, gönüllülerimize, hayırseverlere teşekkür ediyoruz. Programlarımıza çok yoğun, güzel bir ilgi oluyor. Biz bu programları medya iletişim araçlarını kullanarak (TV, radyo reklamı, e-mail, SMS, gazete ilanları vb.) ilan ediyoruz, buna ek olarak gönüllülerimizin de kendi çevrelerini haberdar etme konusunda ciddi katkısı oluyor. Birebir iletişim de devreye giriyor ve çocuklar ailelerini, gençler arkadaşlarını, hanımlar komşularını haberdar ediyor ve herkes bir şekilde işin ucundan tutmuş oluyor.

5- İHH’nın gönüllüleri var birde. Gönüllü olmak isteyenler nasıl başvurabilir? Her başvuran gönüllü olarak kabul ediliyor mu?

Evet İHH çalışmalarına Türkiye’den ve dünyadan ciddi bir kitle destek veriyor. Bu kitlenin içerisinde çok güzel bir çeşitlilik var. Her yaştan, görüşten, farklı insanlar çalışmalarımıza destek oluyor. Örneğin çocuklar stand açıyor kendi oyuncaklarını arkadaşlarına satıyor ve geliri ile yetimlere destek oluyorlar. Ya da sınıf olarak, aile olarak bir yetimin bakımını üstleniyorlar. Öyle güzel gönüllü hikâyeleri var ki, bunları daha geniş bir zamanda paylaşırız inşallah. Gönüllü olmak isteyen kardeşlerimiz http://www.ihh.org.tr/uye/ adresinden gönüllü başvurusunda bulunabilirler veya vakfımızı bizzat ziyaret ederek Gönüllü Birimi’mizle tanışabilirler. Unutmayalım yaşı, mesleği ne olursa olsun, herkesin İHH ile yapabileceği bir şey var.

6- Mavi Marmara gemisinin İsrail askerleri tarafından saldırıya uğraması hepimizi derinden üzdü? Bu olaydan sonra İHH çalışanlarının, gönüllülerinin ve diğer insanların tutumları nasıldı?

Mavi Marmara insanlık tarihinde bir defa yaşanabilecek bir olaydı. Ben de oradaydım. O gemideydim. Bizzat tarihi yaşadık biz. Hazırlıklarımız, yolculuğumuz, saldırı anı ve sonrası hepsi, hepsi tarihi anlardı. Ve Mavi Marmara’nın bu anlamda bir tarih yazdığını düşünüyorum. İsrail’in imaj savaşını, meşruiyet savaşını kaybettiği tüm dünyada sorgulandığı bir olaydı Mavi Marmara. Dahası, bugün Ortadoğu halklarının ayağa kalkmasında da etkisi var. Güzelliklere hayırlara vesile oldu her anlamda.

Sorunuza gelecek olursak, olaydan sonra tüm çalışanlarımız, gönüllülerimiz tam anlamıyla kenetlendiler. Yoğun günler yaşadık ve çok çalıştık. Bu anlamda Mavi Marmara motivasyonumuz oldu. Mavi Marmara İstanbul’a geldiğinde 10 günde 250 bin kişi tarafından ziyaret edildi. Mavi Marmara halka, dünyaya mal oldu. Kamuoyunun tepkisi ise ortaktı, tepkiler gayet insaniydi. İsrail’in uluslar arası sularda korsanlık yaptığı, cinayet işlediği herkes tarafından kabul ediliyordu.

7- Şu anda Filistin’de ve diğer bölgelerde yardıma ihtiyacı olan kardeşlerimiz ne durumda?

Bu gerçekten çok geniş bir soru. Filistin’deki kardeşlerimiz halen işgal altındalar ve her gün evlerine, topraklarına el konuluyor. Suikast, esaret, işkence, saldırı günlük rutinler maalesef. Diğer yandan Filistin kadar zor durumda olan Doğu Türkistanlı, Arakanlı, Patanili, Morolu, Sudanlı, Somalili kardeşlerimiz var. Bize düşen onlara destek olmak. Sadece yardım götürerek değil ama onları mağdur eden siyasi, sosyal problemlerin çözümüne destek olarak kamuoyu oluşturarak aynı zamanda.

8- Oradaki insanlara yardım gittiğinde nasıl karşılıyorlar bunu? Onların duygularından biraz bahseder misiniz?

Kardeşlerinin geldiğini kendileri için ciddi çalışmalar yaptığını görmek her şeyden önce onlara güven veriyor. Siyasi, sosyo-ekonomik ve toplumsal sebeplerle yıllarca mağdur edilmiş kardeşlerimizin yüzü gülüyor, yalnız olmadıklarını anlıyorlar ve dahası kendilerinin de bir şeyler yapabileceklerine olan inançları güçleniyor. Ziyaretlerimiz tabii ki çok bereketli geçiyor, yetimlerin, yaşlıların, muhtaçların duaları ile uğurlanıyoruz hep.

9- Bir Müslüman olarak üzerimize düşen sorumluluklar nedir sizce?

Bizler her birimiz ferd olarak tam anlamı ile iyi Müslümanlar olursak hiçbir problem kalmayacaktır diye düşünüyorum. İyi Müslüman ahlaklıdır, kimseye zarar vermez, kendisine, ailesine, çevresindekilere, kısacası inanlığa faydalı olur. Mesele budur bence.

10- Blok takipçilerimize söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Tüm okuyucularınızı gönüllü olarak çalışmalarımızda yer almaya davet ediyorum. İnanın bu işlere başlayan “Neden bu zamana kadar uzak kalmışım?” der. Bence kimse uzak kalmasın, hemen bir şekilde işin ucundan tutalım, çorbaya tuzunu hep birlikte katalım.




                                                  




*************************************************************************************

Türkiye'nin beğenilerek dinlenen radyolarından birisi olan Umut Fm den tanıdığımız "Hayat Güzeldir" adlı programıyla dinleyicilerine hitap eden Hanife Çınar Darak hanımefendiyle keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Bende fırsat buldukça kendisini beğeniyle dinleyenler arasındayım. Hanife hanımın sesinden yansıyan enerjinin sebebini şimdi daha iyi anlıyorum. O mesleğini çok seviyor, üzerine aldığı sorumluluğun farkında ve mikrofondan dinleyicilerine dalgalanan her sözün bilincinde. Kendisini yaptığı güzel ve dolu dolu radyo programı için blok takipçilerimiz adına kutluyorum. Ve ileride çok daha fazla dinleyici kitlesine ulaşıcağını ümit ediyorum. Keyifli söyleşimizle sizleri başbaşa bırakıyorum.

Hanife Çınar Darak / Radyo Program yapımcısı ve sunucusu

 1- Hanife Hanım sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Öncelikle beni röportaj yapmaya değer bulduğunuz için teşekkür ederim 30 yıllık ömrünün yarısını mikrofon arkasında geçiren, bu yüzden de özellikle lise yıllarında babasından azar işiten biri olarak karşınızdayım  radyo çeşitli amaçlara hizmet edebilir ben radyonun güzelliklere hizmet etmesini arzu ediyorum ve bunun için elimden geleni yapıyorum…

2- Sizi Umut Fm den “hayat güzeldir” adlı programdan dinliyoruz. Umut Fm’le tanışmanız, programa başlamanız nasıl oldu?

Radyo programcılığı benim vazgeçilmezim, ancak mikrofona konuşurken sadece şarkı anons etmek de bana göre değil, insan konuşuyorsa faydalı konuşmalı içi dolu cümleler kurmalı ve kurduğu cümlelerin değeri anlaşılmalı…

umut fm in dinleyici kitlesi yaşamı sorgulayan nasıl yaşarsa daha iyiye ulaşacağını araştıran, bu anlamda sarf edilen emeğin değerini bilen insanlar.. Böylesi güzel bir dinleyici kitlesine hitap edebilmek büyük şans, bu şansı 5 yıl önce yakaladım, zaman zaman kısa aralar versem de 5 yıldır Umut FM mikrofonlarında hayatı seslendirmek adına cümleler kuruyorum ve bundan da son derece memnunum

3- 1- Programınızın içeriğinden biraz bahseder misiniz? Bu içerik istediğiniz gibimi yoksa “hayalimdeki içerik bu değil, farklı bir şeyler yapmak istiyorum” diyebiliyor musunuz?

“Hayat güzeldir” isminden de anlaşılacağı üzere hayatın güzelliklerine vurgu yapan bir program.. “ne yaparsak hayatı daha güzel hale getirebiliriz? “ sorusunun yanıtını arıyorum, bu anlamda yaptığım araştırmaları kendi fikirlerimle harmanlayıp dinleyicilerimize ulaştırıyorum ve tabiî ki dinleyicilerimizden gelen önerilerde programın yönlendiricisi oluyor.

Hayat güzeldir programı içerik olarak tamda hayalimdeki içerik çünkü dünya adına en büyük hayalim insanların hayatı bilinçli yaşamaları.. Bu bilinci yakalamak için neler yapılabilir diye araştırırken yaptığım çalışmalar öncelikle benim ufkumu açıyor. Bana bu kadar farklı pencereler açan bir içeriği değiştirmeyi düşünmüyorum..

4- Programınızdan dinlediğimiz kadarıyla sesiniz enerji dolu ve oldukça pozitif geliyor. Bunu neye borçlusunuz?

Enerji dolu ve pozitifim çünkü “hayat güzeldir” 

5- Radyo programcılığının zorlukları nelerdir?

Mesleğime aşkla bağlı olduğum için, zorlukları görmüyorum, aşk insanın gözünü kör eder diyen atalarımıza hak vermemek mümkün değil

6- Mesleğinizle ilgili örnek aldığınız isimler var mı varsa kimlerdir?

Programlarını severek dinlediğim pek çok isim var ancak birebir örnek aldığım kimse mevcut değil

7- Türkiye’de radyoculuğu hangi noktada görüyorsunuz?

Ülkemizde maalesef radyo müzik kutusu olarak görülüyor, oysaki etkin bir kitle iletişim aracı olan radyoda müzikten çok eğitici öğretici programların yer alması gerekli…

8- Peki, Umut FM’i hangi noktada görüyorsunuz?

Umut FM radyoyu müzik kutusu olmaktan çıkarıp kültür aracı haline getirmeyi amaç edinmiş olan bir radyo bunun karşılığını da son derece kaliteli bir dinleyici kitlesine sahip olarak almış durumda ümit ediyorum ki kısa süre içinde çok daha geniş kitlelere ulaşacak…

9- Programınızla alakalı aldığınız olumlu ya da olumsuz eleştiriler oluyor mu, nasıl karşılıyorsunuz?

Elbette çeşitli eleştiriler alıyorum bu eleştiriler çoğunlukla olumlu eleştiriler.. Olumlu veya olumsuz her eleştiri benim için çok önemli özellikle olumsuz bir eleştiri geldiğinde kendimi sorguluyorum ve gerçekten hatalı bir yönüm varsa düzeltmek adına çaba sarf ediyorum

10- Umut FM’de yerini ayrı tuttuğunuz bir program var mı? Varsa sebebi nedir?

Umut FM de yayınlanan hiçbir programın içi boş değil, dolayısıyla her programın farklı bir güzelliği var her program benim için ayrı ayrı değerli.

11- Radyo dışındaki Hanife hanımla, mikrofon başında ki Hanife hanım arasında farklılık var mı?

Mikrofon başındaki Hanife ile evdeki Hanife arasında bir fark yok, bazen yakın çevremdekiler “program sunar gibi konuşma bizimle” derler 

12- Yüreğimin dili adlı blokla ilgili neler söylemek istersiniz?

İnsan olarak öncelikle kendi yüreğimizi güzelleştirmekle yükümlüyüz, bunu başardıktan sonra karşımıza çıkan yükümlülükse yüreğimizdeki güzellikleri dillendirip başkalarının istifadesine sunmak.. Bloğunuzla yüreğinizdekileri dillendirmek adına yakaladığınız başarıdan dolayı sizi tebrik ediyorum

13- Yemek yapmayı severmisiniz? damak tadı adlı köşemiz için severek yaptığınız bir tarifi verebilir misiniz?

Yemek yapmayı da yemeyi de çok severim. Misafir ağırlamalarımın baş tacı koko star kurabiye tarifini paylaşayım sizlerle..

(Hanife hanımın tarifini Damak Tadı adlı köşemizde bulabilirsiniz)

14- Son olarak Umut FM ve “hayat güzeldir” dinleyicileri için söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Zaman zaman programlarımda da dile getirdiğim bir cümleyi tekrarlayacağım “değerli dinleyenlerim sizleri çok seviyorum”

Blok yazarı:   Bu güzel röpörtaj için çok teşekkür ederim.

Hanife hanım: Bende bu keyifli sohbet için teşekkür ederim

*********************************************************************************

 Bu ayki röpörtajımızı Gülistan Dergisi yazarı ve yöneticisi olan Muhammed Zahit Yıldız beyle yaptık. Kendilerine Gülistan dergisiyle ilgili merak ettiklerimizi sorduk. Ayrıca okumanın hayatımızda ki yeri ve önemiyle ilgili oldukça değerli bilgiler aldık. Bu güzel röpörtaj için kendilerine çok teşekkür ediyorum. Zevkle okuyacağınıza inandığımız röpörtajımıza buyrun.

Muhammed Zahid YILDIZ / Yazar -yönetici


1- Muhammed Bey takipçilerimiz için kendinizden biraz bahseder misiniz?

Bizmillahirrahmanirrahim. Allah’a hamd olsun Resuli Ekrem Efendimize selat ve selam olsun. Ben 1964 Mardin doğumluyum. Uzun yıllar Ankara’da özel öğretim kurumlarında çalıştım. Yaklaşık iki buçuk yıldır Gülistan’da çalışıyorum.

2- Bize Gülistan dergisinden ve bu dergiye giriş aşamanızdan biraz bahseder misiniz?

Gülistan dergisi, Türkiye’de İslamî yayıncılıkta farklı bir yere sahiptir. Elbette diğer İslami dergilerde kendilerini farklı kılacak özellikleri vardır. Ama gerçekten, Gülistan çok farklı. Özellikle Seyda Muhammed Konyevi Hazretlerinin baş makale gibi sohbetiyle başlayan dergi, herkesin anlayabildiği yalın ve derin bir üsluba sahip. Esasında maksat da halka ulaşmak değil mi? Halkın konuştuğu dille tebliğ yapmak Kur’anî bir metottur. Ben burada çalışmadan önce de Gülistan’ı takip ederdim. Allah nasip etti, yaklaşık iki buçuk yıldır burada yöneticiyim ve bundan derin bir manevi haz alıyorum.

3- Dergiyle ilgili aldığınız olumlu ya da olumsuz tepkiler, eleştiriler oluyor mu? Oluyorsa nelerdir?

Dergi ile ilgili elbette farklı ve renkli ama olumlu tepkilerin yanında olumsuz tepkiler yok gibi. İnsanlar genelde düşünce ve meşrep farklılığını gözetmeksizin, siyasetten uzak yaptığımız yayını takdir ederler. Biz, kimse ile polemiğe girmiyoruz. Bütün ehli imanı ve hizmet ehlini kardeş biliriz. Bu, bizim ana düsturumuz. Özellikle tasavvufi bir dille yaptığımız yayınları beğenmeyen ve eleştirenler de vardır. Ama takdir edenler çok daha fazla.

4- Gülistan dergisi aylık çıkan ve her ay ayrı konular işleyen bir dergi? Ekip olarak derginin aylık konusunu neye göre belirliyorsunuz?

Biz, çok uzun süreli bir yayın takvimi çıkarmıyoruz. Genelde 2 veya 3 aylık periyotlar halinde toplanıp durum değerlendirmesi yapıyoruz. Yayın kurulu olarak yazarlarımızla, bir kısım okuyucularımızla hatta dergi abone çalışanları ile görüşmeler yaparız netice olarak onlar halkın içinde. İhtiyaca binaen konu, bu şekilde belirlenir. Size bir örnek verecek olursak ben şahsen Ankara Adliyesi’nde boşanmaya bakan mahkemelerin kapılarına asılan listeden yola çıkarak bu salonların adetleri ve oturum sayılarını yan yana getirdim. Bir de ne göreyim günde 300’ün üzerinde boşanma davası var. Tabi bu, sadece Ankara’daki bir adliyenin bir günlük çalışması. Bir de İstanbul, Adana, İzmir, Gaziantep, Kayseri, Konya gibi büyükşehirlerin mahkeme oturumlarını hesap ederseniz belki her gün 10 bin civarında boşanma davası görülüyor; bu, büyük bir sosyal felaket ve aynı zamanda büyük bir ahlaki yozlaşmayı göstermektedir. Bunu görmezlikten gelemeyiz. Biz, masa başı yayıncılık yapmıyoruz. Toplumun ihtiyacı olan konular tespit ediliyor ve ona göre yayın takvimi belirleniyor.

5- Gülistan dergisi daha çok hangi kesim tarafından tercih ediliyor? Ya da şöyle soralım: sadece mütedeyyin insanlar tarafından mı takip ediliyor bu dergi?

Dergimizin okuyucu kitlesi genelde ‘dindar’ dediğimiz insanlardır. Bunun yanında farklı kesimlerden de var. Mesela Solcu, Alevi hemşehrilerimiz de okuyor. Başta söylediğim gibi siyasetten uzak oluşumuz, bize toplumdaki kutuplaşmaların dışında daha rahat bir yer vermektedir.

Mezhep, meşrep, cemaat taassubu gütmediğimiz için dindar dediğimiz kesimlerin tüm farklı renklerinde teveccüh görüyoruz. Bununla birlikte modernite tarafından yalnızlaştırılan, lüks, israf ve sefahat kıskacında bunalan insanlarımızın da hayat bulduğu ve kendine geldiği bir kapıdır Gülistan.

6-Derginize baktığımızda çok zengin bir yazar kadrosuyla karşılaşıyoruz. Yazarlarınızı bir ekip halinde mi belirliyorsunuz ve bu isimleri neye göre seçiyorsunuz?

Bizim bir çizgimiz var. Bu çizgimizde olup bizimle çalışabilecek herkese kapımız açıktır. Dergimiz İslami tebliğ ve de tasavvuf dergisidir. Biz, okuduğunu yaşayan ve toplumsal duyarlılığı olan herkesle çalışmak isteriz. Türkiye’de İslami ilimlerde kendini iyi yetiştirmiş insan potansiyeli çok ama maalesef okuduğuyla amil insan çok az. İlim adamları okuduklarını yaşamasalar ve konuşmaları sadece okumuşların anladığı bir dil haline gelmişse bunun anlamı şudur: İlim adamlarının faaliyetleri kendi aralarında entelektüel bir uğraş olmaktan başka bir şey değildir. Bu da İslamî tebliğ ve irşadın akamete uğradığını gösterir. Bu konuda da çok dikkat etmek gerekiyor. Demin de söylediğim gibi okuduğunu yaşayan, eleştirirken veya bir meseleyi tebliğ ederken halkın değer yargılarına da dikkat eden daha doğrusu Nebevî tebliğ inceliklerini bilen insanlar ancak faydalı olurlar. Size bir örnek verecek olursak, siz bir yazarımız olarak, sizinle tanışmadan önce de yazılarınız dikkatimizi çekiyordu. İçten, şiir tadında ve ihlas kokan yazılarınızı incelerken tavafuken siz bize muracaat ettiniz. Biz dergiye uğramanızı ve yüz yüze görüşmemiz gerektiğini bildirmiştik. Dergiye gelip yayın kurulu arkadaşlarla yüz yüze görüştünüz. Yazılarınız kadar kişiliğinizin de mümtaz olduğu kanaati bizde hasıl olduktan sonra sizinle çalışmaya karar verdik. Bugün inanıyorum ki en çok yazıları okunan yazarlarımızdan birisiniz.

7-Okuyucularınızdan derginize yazmak isteyenler oluyor mu? Bu konuda seçimlerinizi neye göre yapıyorsunuz?

Bu konuda bize çokça müracaatlar geliyor. Esasında biz kendi yazar kadromuzun yine bizim yayın çizgimizin şemsiyesi altında yetişmesini isteriz. Ancak bu konuda imkânlar sınırlı, neticede bizim yazma eğilimi olan her kardeşimize burada yer vermemiz mümkün olmuyor. İmkânlar, her zaman gönülden geçenin gerçekleşmesi için uygun olmuyor.

8- Size göre şu anda dergicilik hangi aşamada?

Bu soruyu ben şu şekilde anlayayım isterseniz. Türkiye’de İslamî dergilerin durumu nedir? Buna verilecek cevap çok uzun olacak, onun için ben kısaca özetleyeyim. Kanaatimce en büyük sorunumuz ortak bir tebliğ dilimizin olmamasıdır. Yani hedefin belirlenmesinde, ihtiyacın tespitinde ciddi sıkıntılarımız var. Bunun dışında bugün ülkemizde İslamî yayın yapan belki yüzün üzerinde dergi var. Bunların bir kısmı tasavvufi, bazıları Risale-i Nur meşrepli, bazıları aktüel olayları irdeliyor. Buraya kadar bir sorun yok. Ancak Bu dergilerin bir kısmı adeta bağlı oldukları cemaatlerin bir basın bülteni gibi. Yani geniş bir halk kitlesinin dikkatini çekecek nitelikte değil. Bazıları da kendi meşrep kültürlerinden beslenen bir dil geliştirmişler. Böylelikle kendi okuyucularında evrensel bir İslamî düşünce vücuda gelmiyor. Bazıları da adeta kendi bağlı oldukları cemaatlerinin bir geçim ve aidat aracı gibi. Hal böyle olunca da insanlara ulaştırılırken bıktırıcı bir şekilde abone ve satış yöntemleri kullanılıyor. Bu da hem beraberinde manevi bereketsizliği hem de halkta bir hoşnutsuzluğa neden oluyor. Bu pencereden baktığımızda durum pek iç açıcı değil. Ben gayet kendimden emin olarak şöyle bir iddiada bulunabilirim, bugün ülkemizde hiçbir oluşumla ilgisi olmayan hemaset sahibi imanlı gayretli ilim ehli on insan bir araya gelse, ve gerçek anlamda bir İslamî tebliğ ve irşad dergisini çıkarırlarsa yine arkalarında bir cemaat gücü olmadığı sürece muvaffak olamayacaklardır. Dergileri, muhtemelen En fazla 3- 4 sayı sonra kapanacaktır. Bu da bizi şöyle bir sonuca götürmektedir: Türkiye’de İslamî dergiciliğin tabii okuyucuları çok azdır ve bu da üzüntü vericidir.

9- sizce toplumumuzda okuma seviyesi ne oranda? Zaman ilerledikçe seviyede yükseliş mı gözleniyor düşüş mü?

Toplumumuzda okuma geleneği maalesef çok zayıf. Ta Osmanlı’nın son yüzyılına tekabül eden bir durumdur bu. Özellikle ulemanın sosyal meselelere ilgisizliği yazılanları da dikkat çekici olmaktan çıkarmıştır. Bugün toplumsal yapımızı inceleyen her akıl sahibi şu hazin sonuçla karşılaşacaktır. Biz kendi öz kültürümüzden uzak tamamıyla emperyalist kültür istilasına uğramış bir toplumuz. Bunun neticesi olarak belli dönemlerde aileler gençlerin okumasına endişe ile bakabilmiştir. Bu, dünyada eşine az rastlanır bir durumdur. Bunun da uzun ve karmaşık sebepleri vardır. Şu anda bile bazı yayınevlerinde çıkan değerli kitaplar 1000 adet tirajı aşmamaktadır. Hâlbuki 75 milyon nüfuslu bir Müslüman ülkesiyiz. Özellikle 28 Şubat dediğimiz süreçten sonra çoğu İslami yayınevi, maddi sıkıntılar yüzünden kapandı, bazıları da üniversiteye hazırlık kitaplarını da basarak kendilerini ayakta tutmaya çalıştı.

10- Dinimizin ilk emri “Oku” “yaratan Rabbin adıyla oku” diye başlıyor. Yüce yaratıcımız Allah’ü teala bu ayetle bizlere neyi vurgulamak istiyor?

İslam bizden okumayı, tefekkür etmeyi, akletmemizi ve kâinattaki hikmeti araştırmamızı istemektedir. İnsanın kendisine karşı sorumlulukları, doğaya karşı sorumlulukları, cemiyet hayatında diğer insanlara karşı olan sorumlulukları ancak Allah için tahsil edilmiş ilimle fark edilir. Batı tasavvurunun tam aksine Müslüman alim entelektüel şahsiyetler tarih boyunca aydın kimliklerinin yanında aynı zamanda irfanî bir kimliğe de sahiptiler, yani yaratılışın gayesi olan Allah’a kul olma bilincine sahiptiler. Onlar kendi toplumlarını ilmi yönden aydınlatırken, aynı zamanda onlara irfanî kimlikleri ile de erdem kazandırdılar ve bu iki ana direk üzerine toplumlarını inşa ettiler.


"OKU"
Peki neyi okuyacağız: Vahyin Kitabını, Kainat Kitabını, İnsan Kitabını

Allahu teala “ Rabinin adıyla oku” diyor yani salt okumak değil. Allahın adıyla ve onun rızasının maksat olmadığı ilim insanlık için zararlıdır. Bunun binlerce örneği vardır. Firavun döneminden bugüne kadar hiçbir tarihte kapitalizm bu kadar sağlam temellere sahip olmamıştır. O da Allah’ın rızasına muvafık olmayan ilim yüzünden olmuştur. Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: “Ne kadar şerefli bir iş varsa ve Allah’ın adıyla başlamıyorsa o mektuul berekettir” yani bereketsizdir. Tarihe ışık vermiş İslam alimleri Allahın rızasını gözeterek ilim tahsil ettiler ve kurdukları medreselerde erdemli nesiller yetiştirdiler. Avrupa’nın kralları, donları, lortları ve asil aileleri, çocuklarını Endülüs’teki İslamî medreselere gönderirlerdi, buna itiraz edenlere ise “ Biz çocuklarımızın erdemli yetişmesi için gönderiyoruz, Müslüman olsunlar diye değil” derlerdi.

Rivayet edilir ki, “Endülüslü İbn-i Rüşt sürekli kitap okurdu. Hayatında kitap okumadan geçen sadece iki gecesi vardı, evlendiği ve babasının öldüğü gece. Ama her kitabı okumazdı. Fahruddin er-Razi sofraya oturduğunda bir yandan yemeğini yer, bir yandan kitap okurdu. Evinden mescide giderken binek sırtında öğrencisine ders verdiği anlatılır. Razi için zaman değerliydi. Zamanının büyük bölümünü kitaba ayırırdı. İmam-ı Gazali her çıkan kitabı zamanında alır ve okurdu. Üç ay önce Endülüs’te yazılan bir kitabın Şam sahaflarına yeni geldiğini görünce, çağından yakınarak, artık insanların ilim yerine servete önem ve öncelik verdiklerinden bahsetti. Gazali için bir kitaba, yazıldığından ancak üç ay sonra ulaşmış olması üzücüydü.”

Evet, biz böyle bir geçmişe sahip bir ümmetiz. Bizim atalarımız hayatın her anını mektebe çevirmişlerdi. Şu an hayatın her hali mektep olmadığından olacak ki karanlıklardayız. Bir buçuk milyar İslam âlemi bugün yeryüzünün köleleri durumuna gelmişse bunun ciddi sebepleri vardır. Okumayan, okuduğunu anlamayan, hayatı İslami ölçülerle sorgulayamayan ve içine düştükleri manevi darboğazın zilletiyle yaşayan bir ümmet olduk. Günlümüzü yeniden “Oku” emrine açmalıyız.

"Kur'an'ın manası senin kalbine yeniden nazil olmuyorsa, Ne Razi'nin tefsiri, ne de Zemahşeri’nin Kessaf'ı, senin derdine çare bulamaz." (Mecmuu Fetava/8)

11- okumayı sevenler için tavsiye edeceğiniz isimler ya da kitaplar nelerdir?

Ben başta üstadım olan Seyda Muhammed Konyevi’nin kitaplarını genç yaşlı herkese tavsiye derim. Yalın bir dille yazılmış bu kitaplar, gerçekten günüllere şifa veriyor. Ayrıca İmam Rabbani’nin Mektubat’ı, Risale-i Nur Külliyatı, Sefvetüttefasir, Mektubatı Mevlana Halid, Sohbeti Canan, Çöle İnen Nur, İslam’a Davet Metodu (Ahmet Önkal), Mekke Resullerin Yolu (Ali Ünal), Çağdaş İslami Siyasi Düşünce (Hamit İnayet), İslam’ın Yayılış Tarihine Giriş (Ebül Fazl İzzeti), İslam’a Nasıl Davet Edelim (Fethi Yeken), Fikhüssiyre (Said Ramazan Elbuti), İslam Akaidi (Said Ramazan Elbuti) ayrıca şu yazarların takip edilmesi gerekir: Ahmet Taşgetiren,  Osman Nuri Topbaş, Fethi Yeken, Malik Bin Nebi, Raşid el Gannuşi, Asaf Hüseyin, Atasoy Müftüoğlu, Rasim Özdenören, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Şule Yüksel Şenler, Fatma Barbosoğlu ve Cihan Aktaş. Esasında o kadar okunacak kitap var ki onların isimlerini sadece yazsak uzun listeler olur.

12- “Yüreğimin dili” adlı bloğu inceleme fırsatınız oldu mu? İncelediyseniz şayet, bir yazar ve bir dergi yönetmeni olarak eleştirilerinizi alabilir miyim?

Evet, ziyaret ettim, gerçekten güzel. Keşke kapasitesi yüksek ve katılımı teşvik edici olsa daha faydalı olur. Bence kaleminiz çok güzel blokta kalmayın bir an önce daha ciddi bir yer edinin şu sanal alemde.

13- Son olarak takipçilerimize, okuyucularınıza neler söylemek istersiniz?

Ben acizane derim ki ne olursa olsun okuyalım. Modernite tarafından kuşatılmış şu zavallı hâlimizin kurtuluşu budur. Aydın insan ancak toplumuna faydalı olur. Yaratılış gayemiz olan “Rabbe kulluk” ancak farkında olmakla elde edilir. Ama okurken dikkat edeceğimiz hususlar vardır. Allahın rızasına nail olmak için yazanları daha çok tercih etmemiz lazım inanıyorum manevi bereketi de daha fazladır. Ayrıca biz okurken Allah’ı bulmak Allah’ın bize yüklediği sorumluluğun bilincine varmak ve bu meyanda yeryüzünde Allahın kullarına hizmet etmek için okumalıyız. Şunu unutmayalım: Allah’a giden yol veya cennet yolu gökyüzünden geçmemektedir. Bizzat bu dünyadan ve yaptıklarımızdan geçer. Allah’ı tanımayan ve maksadında Allah’ın rızası olmayan ilim bugün insanlığın başına bela olmuştur. İlim adamları bugün büyük nükleer füzeler, atomlar, kimyasal silahlar, ekonomik ayak oyunları, virüsler ve daha birçok gayri insani faaliyetlerle meşguller. Demek sadece ilim tahsil etmek insanı necata götürmez. Yunus ne demişti:


İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmesen

Bu nice okumaktır.




Zuhal TÜYLÜ / Davranış bilimci/ Psikolog


Öncelikle beni kırmayıp röpörtaj teklifimi kabul eden Zuhal TÜYLÜ hanımefendiye teşekkür ediyorum. Kendisine röpörtaj için gittiğimde minik oğlu Berat Eren'le birlikte karşıladılar beni . Anne oğul tüm pozitif enerjileriyle, keyifli bir röpörtaj olacağının sinyallerini veriyor gibiydi. Sözü daha fazla uzatmadan sizleri bu güzel röpörtajla başbaşa bırakıyorum.

1- Öncelikle röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Takipçilerimiz için kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz bizlere?

- 3 Ağustos 1982 Libya doğumluyum. yaklaşık 4 yıl kadar Libya'da kaldık, babamın işi gereği. Babam memurdu o dönemlerde. Daha sonra İstanbul'a geldik, babam ticaret hayatına atılarak işine burada devam etti. Liseyi çocuk eğitimi ve gelişimi üzerine okudum, Üniversiteyi ise New Port American Üniversitesinde Davranış bilimleri/Psikoloji üzerine okuyarak eğitim hayatımı tamamladım. Özel bir üni. de öğrenci işleri sorumlusu olarak 1 yıl görev yaptım, fakat evlendikten kısa bir süre sonra hamile kaldım, bu yüzden şuan için iş hayatıma nokta koydum diyebilirim.

2- Davranış bilimleri mezunu olduğunuzu söylediniz, bize bu bölümün özelliklerinden biraz bahsedermisiniz?

- Davranış bilimleri psikoloji, sosyoloji ve felsefeyi de kapsayan geniş yelpazeli bir bölüm aslında. Bunun yanı sıra antropoloji, dünya dinleri, iletişim ve diksiyon gibi dersler de veriliyor bu bölümde. Ama psikoloji dersleri ağırlıkta tabi. Bu bölümden mezun olanlara davranış bilimci yada psikolog da denebilir.

3- Kariyeriyerinizle ilgili ileriye yönelik bir projeniz varmı? Varsa nedir?

- Aslında var, ben kariyerimle ilgili bir şeyler hedeflerken güzel bir evlilik yaptım. Şu anda bir oğlum var, onun eğitimiyle ilgileniyorum. Eğer nasip olursa danışmanlık merkezi açmak isterim. Kafamda farklı ve sıradışı bir merkez açma hayali var. Şayet bu hedefimi gerçekleştiremezsem ana okulu açmayı düşünürüm. Çünkü şuan etrafımızda çok fazla ana okulu var ve gözlemlediğim kadarıyla genellikle tek düze bir eğitim veriliyor. Oysa ana okuluna giden çocukların yaşları genellikle en üretken olduğu yaşlardır. Ve çocuk beyni bilgisayar gibidir ne verirseniz bu dönemler de onu alır. Montessorinin dediği gibi 0 - 6 yaş çocuğun en kritik dönemidir. Benim amacım çocukları robotlaştırmadan yeteneklerini, üretkenliklerini yok etmeden kaliteli bir eğitim vermek olur.

4- Montessori yöntemi ile ilgili biraz bilgilendirirmisniz bizi?

-Montessori programı 1907’de Dr. Maria Montessori tarafından İtalya’da oluşturulmuştur. Bayan Montesori İtalya'da kızların okumasına karşı olunan bir dönemde tüm zorluklara rağmen okumayı başarıyor. Ayrıca Dr. Maria Montessori İtalya’nın ilk kadın doktoru unvanına sahiptir.

Kısaca söylemek gerekirse Montesori’nin eğitim sisteminde çocuğun beş duyusunun eğitimi yoluyla, aşamalı öğretim amaçlanıyor:

“3, 4, 5 yaşlarındaki çocuğun içgüdüsel amacı kendini geliştirmektir. Doğa bir düzen ve disiplinden oluşur. İnsanın doğasında da dünyayı duyularla algılamaya dayalı bilinç temel alınmalıdır ve algı kabiliyeti geliştirilmelidir." şeklinde açıklayabiliriz.

5- Montessori eğitminin dinimizde ki eğitimle bağdaşan bir yönü varmı?

Var çünkü dinimizde de bu yaşlarda ki eğitim ve eğitimin kalitesi çok önemlidir. Şu anda okuduğum bir kitap var çocuk eğtimiyle alakalı. Orada da çocuğun fıtratı üzerinde durulmuş. Ve hamilelikte yaşanan mutluluğun, mutsuzluğun, stresin, gerginliğin yani piskolojik durumların çocuğun fıtratı üzerinde etkili olduğu söyleniyor. Birde çocuğun doğduktan sonra fıtratının değişebileceğinden de bahsediliyor. Örneğin çocuğun dünyasında yalan söylemeye yer yokken bir süre sonra yalan söyleyebiliyor. Bunu anneden yada babadan öğrenerek şekillendirebiliyor.Yani, çocuk model alarak kişiliğini oluşturuyor. Montessori eğitimi de çocuğa kaliteli ve özgün bir eğitim vermeyi amaçlayarak, çocuğun fıtratını, kişiliğini en doğru biçimde şekillendirmesine yardımcı olur.

6- Günümüzde ki insanlara baktığımız zaman hep bir gerginlik bir kaos hali söz konusu diye lanse ediliyor bizlere, bu medyanın çarpıtması mı yoksa gerçekten toplumumuz da böyle bir ruh hali mevcut mu?

- Evet maalesef böyle bir durum var. Bana göre bunun en büyük sebeplerinden biri de teknolojinin hızla ilerlemesidir. Teknolojinin ilerlemesi tabii ki güzeldir fakat bilgisayar denilen alete baktığınız zaman faydalarından çok zararları var. En büyük zararlarından biri tembelliğe yol açmasıdır. Buda çeşitli olumsuzluklara sebep olabiliyor, örneğin hareketsizliğe ve bununla beraber obeziteye sebep oluyor. Bunun yanı sıra çocuklara bir bakın onlarda da bir doyumsuzluk bir tatminsizlik hakim. Sebebi nedir peki? Tabiki televizyonda hergün reklamları dönen yeni yeni oyuncakların çıkması ve bunun neticesinde doyumsuzluğun başlaması. Bunlar çok acı tablolar. İşte teknoloji yetinmesini bilme duygumuzu çaldı bizden. Mutsuzluğu, tatminsizliği doğurdu, şükredemez olduk. Ne acı... Şu an araştırmalara baktığımız zaman 8 kişiden 1i veya 2 sinin depresif durum sergilediği çıkıyor ortaya. Bunun sepeblerinin altında çeşitli etkenler yatıyor tabiki. Paylaşımsızlık, doyumsuzluk, bencillik, tembellik, tatminsizlik, bu sebeplerden bazılarıdır.

7- Huzuru bulmak zor mu?

- Güzel bir soru! (gülüşmeler) Öncelikle huzurun tanımını yapmak gerekiyor. Huzur göreceli bir kavramdır bana göre, herkese göre değişen bir kavramdır. Misalen bir insan odasının düzenli oluşundan huzur duyarken bir başkası gezmekten, görmekten yeni insanlar tanımaktan huzur duyabilir. İç dünyanızın rahatı önemlidir bence. Huzur; her tür olumsuzluktan arınarak ruhunuzun kanatlandığını hissetmektir. Ayrıca huzur İlahi aşkla doğup gelişen ve büyüyen bir duygudur. Misalen namaz kılarak, alnınızı secdeye koyarak, şükrederek, dua ederek aldığınız huzuru başka bir yerden alamazsınız. Bununla birlikte dünyevi bir huzur da vardır, dünyevi ve uhrevi duygularınızı harmanladığınız zaman gerçek huzuru bulabilirsiniz. Bu benim görüşüm tabi ki.

8- Gergin, karamsar, kendisini sürekli mutsuz hisseden insanlara yada huzuru bulmak isteyen insanlara neler tavsiye edersiniz?

- Küçük şeylerden mutlu olmayı öğrensinler ve sahip oldukları değerlerin farkına vararak Allah'a şükretsinler. O zaman hayatlarında çok şey değişecektir inşallah. Yetinmesini bilmek en büyük lütuf. Ama Mevla bu güzel lütfü herkese nasip etmemiş. İnşallah bizler her daim nasiplenenlerden oluruz.

9- Oğlunuz kaç yaşında, anne olduktan sonra hayatınız da neler değişti?

- Oğlum 11 aylık henüz, anne olduktan sonra hayatım tamamen değişti diyebilirim. Hayata bakış açım da inanılmaz değişimler var. Allah biz kadınların ruhlarına anaçlık duygumuzu öylesine güzel yerleştirmiş ki zamanı gelince müdahale etmeksizin kendiliğinden ortaya çıkıveriyor bu duygumuz. Örneğin oğlumun doğduğu ilk aylarda annem bana "kızım, anneliğe bu kadar çabuk adapte olacağını düşünmemiştim" demişti. Oysa ben bu duruma adapte olmak için hiç birşey yapmamıştım, herşey kendiliğinden olup bitiyordu adeta. İçimdeki anaç ruhum beni zorlamadan herşeyi yapıveriyordu. Muhteşem bir düzenekle yaratılmışız ve vakti geldiğinde o düzenekler bir bir ortaya çıkıyor. Her beşeri aşk geçer ama çocuk aşkı geçmez, bebeğinizi karşılıksız seviyorsunuz. Hayata daha pozitif daha güçlü bakıyorum. Allah isteyen herkese bu duyguyu yaşatsın inşallah diyorum.

10- Şu anda iş hayatınız yok, peki bir ev hanımı ve bir anne olarak çalışan ve çalışmayan bayanlar arasında ki fark nedir size göre?

- Buda çok güzel bir soru. Kendimden örnek vereyim ,çalışırken ekonomik özgürlüğünüz olduğu için kendinizi daha rahat hissediyorsunuz. fakat şu anda çalışmayan bir anne bir ev hanımı olarak da şunları söyleyebilirim, manevi duygularımın daha çok güçlendiğini ve oğlumla geçirdiğim her dakikanın mutluluğuma daha çok mutluluk kattığını gördüm. Bu da hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Çocuk eğitimi o kadar önemli ki, bir çocuk bir toplum demek yani siz bir birey değil bir toplum yetiştiriyorsunuz. Anne, bu bilinçle çocuğunu yetiştirme konusunda son derece hassas ve titiz davranmalı.

11- Çalışan anneler ev hanımları kadar çocularına ilgi gösterebilir mi? Bu durum çocuk üzerinde nasıl bir etki bırakır?
- Gösterebilir, burada ki önemli nokta çocukla geçirilen zamanın kalitesidir. O zamanı dolu dolu geçirmek önemlidir. Çocuğun anne özlemi giderilmelidir yani çocuk anneye doymalıdır.. Fakat anne hem çalışıyor hemde çocuğuyla kaliteli zaman geçirmiyorsa bu çocuğun ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkiler bırakabilir. Bazı anneler çalışmak zorunda olabilir, onlara tavsiyem mutlaka çocuklarıyla ilgilensinler, oyun oynasınlar, onu ne kadar çok sevdiğini hissettirecek davranışlar sergilesinler.

12- Bir gününüz nasıl geçiyor, neler yapıyorsunuz?

- Günümün büyük bir çoğunluğunu oğlumla geçiriyorum. Onun dışında kalan zamanlarımda kitap okuyorum, yazı yazıyorum bir dergi için ve evimle ilgileniyorum.

13- Yemekle aranız nasıl, misafirleriniz geldiğinde en çok ne tür ikramları tercih edersiniz?

- Yemeklerim çok lezzetli bulunuyor. Daha çok yöresel yemeklerimizden oluşan bir menüm oluyor misafirlerim için. Bunun dışında yeri geldiğinde çayla beraber de pasta börek türü ikramlarımda oluyor tabii.

14- Damak tadı köşemiz için yaptığınız lezzetli yemeklerden birinin tarifini verebilirmisiniz bize?

- Zuhal hanımdan "tava yemeği" tarifini aldık. Bu tarifi "damak tadı" adlı köşemizde bulabilirsiniz.

15- Yüreğimin dili derken aklınıza ne geliyor?

- Aklıma günlük tutmak geliyor. Günlük tutarken o gün yüreğinizden geçenleri akıtırıyorsunuz sayfalarınıza. Yani yüreğinizi konuşturuyorusunuz.

16- Son olarak takipçilerimize neler söylemek istersiniz?

- Öncelikle sitenizin farklı ve verimli olacağını düşünüyorum, hayırlı uğurlu olsun diyorum. Bu güzel röpörtaj için bende size teşşekür ediyorum. Takipçilerinizede sevgilerimi iletiyorum.

 
 

Bu hafta ki röportajımızı bir iş kadını olan ve 14 yıldır sektörde aşçılık yapan Cahide Güler hanımefendiyle yaptık. Aşçılık mesleği ve mutfak kültürümüzle ilgili yaptığımız söyleşiden büyük bir keyif aldık. Bu keyfi sizinde almanızı umarak röportajımızla baş başa bırakıyoruz.


1- Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Takipçilerimiz için kendinizden biraz bahsedebilirmisiniz?

Ben 1960 yılında Bolu’da doğdum. 19 yaşına kadar Bolu’da ikamet ettim, 1979 yılında evlendim ve İstanbul’a yerleştim. Ev hanımıydım ve iki çocuk sahibiydim. Çocuklarım biraz büyüyünce çalışma kararı aldım. 14 yıldır aşçı olarak çalışıyorum.

2- Aşçılık üzerine herhangi bir eğitim aldınız mı? İlk işe başladığınız da çok zorlandınızmı?

Hayır, herhangi bir eğitim almadım, annemden öğrendiğim kadarıyla ve Bolu’lu olmamın verdiği bir özellikten de olsa gerek çok zorlanmadım. Çok erken bir yaşta iş hayatına atıldım sayılmaz fakat buna rağmen azmi elimden bırakmamaya çalıştım. Allah’a şükürler olsun başarılı da oldum diye düşünüyorum.

3- Yemek yapmayı seviyormusunuz yoksa sadece iş gözüyle bakarak mı yemek yapıyorsunuz?

Ben yemek yapmayı seviyorum, zaten bu yüzden çalışmaya karar verdiğimde aşçı olmayı tercih ettim.

4- Aileniz de başka aşçı olan varmı?

Ailemin geneli aşçı diyebilirim, tabii farklı mesleklerden olanlarda var ama aşçılık yapanların sayısı da az değil. Mesela eşim ve oğlum da aşçı, sadece kızım üniversite öğrencisi kısmetse onunki farklı bir meslek olacak.

5- Yemek yapmak bir sanatmadır gerçekten?

Yemek yapmak bence bir sanattır, ama herkes için sanat değildir. Çünkü kimisi sadece karın doyurmak için yemek yapar, bir görev olarak görür. Kimisi de severek, isteyerek ve kendinden bir şeyler katarak yemek yapar. Bu kişiler yemeğin hem tadına hem de görselliğine önem verir işte böyle yapanlar yemeği yapmanın sanat olduğunu düşünerek yapanlardır.

6- Eşinizin ve oğlunuzun da aşçı olduğunu söylediniz peki evde yemekleri kim yapıyor?

Genellikle ben yaparım, çünkü bizim eşlerimiz oğullarımız aşçı olsa da kesinlikle evde mutfağa girmezler. Bu hünerleri iş yerlerinde kalır. Ama farklı bir durum olursa, tabii onlarda her erkek gibi yardımcı olurlar.

7- Size göre Türk mutfağımı daha lezzetli yoksa Avrupa mutfağımı?

Kesinlikle hiç tereddütsüz söylüyorum Türk mutfağı tabii ki. Çünkü bizim ülkemizde her yörenin kendine özgü yemekleri, tatları var. Örneğin Bolu’nun sulu yemekleri ve tatlıları meşhurdur, G.Antep’e, Urfa’ya baktığımız zaman o yörelerin kebapları meşhurdur, Karadeniz bölgesinin keza öyle. Balığı, kuymağı, mısır ekmeği meşhurdur. Bunları her yörenin insanı yapabilir ama bölgesel olarak baktığımız zaman her yörenin ayrı tatları var. Bu kültürde bence başka hiçbir ülkede yok.

8- Türk mutfağı çok lezzetli evet, ama birde madalyonun öbür yüzüne bakmak lazım. Bayanları daha çok ilgilendiren bir soru olacak, bizim yemeklerimiz kilo aldıracak özelliğe mi sahip, yoksa biz mi yerken dengeyi kuramıyoruz? Yani hem bu lezzetlere dayanamıyoruz hem de aldığımız kilolardan dem vuruyoruz bunun için neler söyleyeceksiniz?

Evet haklısınız yemeklerimiz çok güzel, zaman zaman aşırıya gidebiliyoruz yerken. Böyle olunca da kaçınılmaz bir şekilde kilo alıyoruz, bunun üzerine birde hareketsizliği eklerseniz durum daha da vahim olabiliyor. Örneğin masa başında çalışan biri çok rahatlıkla kilo alabiliyor. Bunun çaresi de bana göre mümkün olduğu kadar porsiyonları küçük tutmak ve mutlaka hareket etmek, ya da spor yapmak.

9- “Türk insanı yemek yemeyi çok seviyor” diyebilirmiyiz? Cevabınız evetse neden yemek yemeyi bu kadar seviyoruz? (gülüşmeler)

Evet, Türk insanı yemek yemeyi çok seviyor, bunun sebebi bizim mutfak kültürümüz çok zengin olduğu içindir. Çeşidimiz o kadar bol ki herkesin damak tadına hitap edebiliyoruz. Yani sevmediğiniz bir yemek geldiği zaman karşınıza, çok daha başka alternatiflerde mevcut. Örneğin bir restoranta gittiğiniz zaman çorbanın bile dört beş çeşidi çıkıyor karşınıza, diğer yemekler içinde aynı şey söz konusu. Alternatif çok olunca yemek yemekte kaçınılmaz oluyor. Lezzeti de bol olunca haliyle yemek yemeyi de seviyoruz.

10- aşçısınız ve haftanın beş günü oldukça kalabalık bir grup insana yemek yapıyorsunuz. Bunun çok fazla zorluğu var mı ya da yemek yapmaktan sıkıldığınız oluyor mu hiç?

Bana göre zor değil çünkü bu benim mesleğim fakat benimde sıkıldığım zaman olabiliyor bazen? Mesela hep ben yemek yapıp sunuyorum, dışarıya çıkıp yemek yediğim zaman birilerinin yemek sunması bile bir değişiklik gibi geliyor bana. Çok fazla sıkılmamak için mesleğinizi sevmeniz lazım bence. Bende mesleğimi sevdiğim için çok fazla zorlanmıyor ve sıkılmıyorum

11- Bugünlerde özel bir televizyon kanalında yayınlanan yemek yarışması var, bu yarışma hakkında neler söyleyeceksiniz?

 Yemek yarışması olması güzel ama birbirilerine karşı olan tavırları bence rencide edici, buda hoş olmuyor. Yani orda güzel yemek yapan, güzel sunum yapan, misafirlerini çok güzel ağırlayan yarışmacılarda beğenilmiyor, mutlaka olumsuz anlamda eleştirecek bir şeyler buluyorlar buda güzel değil bence. Kesinlikle bizim kültürümüzle bağdaşmıyor yapılanlar.

12- Damak tadı köşemiz için yaptığınız lezzetli yemeklerden birinin tarifini verebilirmisiniz bize?

Cahide hanım bizlere “kadın budu köfte”nin tarifini verdi. Bu tarifi damak tadı köşemizde bulabilirsiniz.

13- Yüreğimin dili derken aklınıza ne geliyor?

Kalbimin sesi aklıma geliyor, “yüreğinin götürdüğü yere” derler ya bu da yüreğini dillendirmek, sesine kulak vererek ve onu gerektiği yerde, gerektiği zamanda dinlemek oluyor bana göre.

14- Son olarak takipçilerimize neler söylemek istersiniz?

Gerektiği zamanda ve yerde kalbinizin sesini dinleyin, mutlaka ulaşmak için hedefleriniz olsun. Ve o hedefe ulaşmak için ellerinizden geleni yapın. Siteniz hayırlı uğurlu olsun, son olarak mutfağımızdan her lezzeti tadın ama sakın aşırıya kaçmayın. (gülüşmeler)







2 yorum:

Adsız dedi ki...

Ropörtajlar cok güzel eline sağlık Yetercim(Ayşegül)

asiye kara dedi ki...

hanife hanımın sesini çok beğeniyorum.röpörtjınız çok güzel olmuş devamını bekleriz.